Ben Kübra. Ertuğrul’un annesiyim. Ertuğrul doğduğunda her şey normal görünüyordu. İlk belirtimiz aşırı sakin bir çocuktu. Neredeyse hiç ağlamazdı. Bir annenin en son isteyeceği şey hatta hiçbir zaman istemeyeceği şey evladının ağladığını görmektir ama hep aklımda bir soru işareti vardı. Zamanında yürüdü ve yaşı dolmadan (baba ve dede) iki kelimesi vardı. Eşim bana bu çocuk aşırı sakin diyordu. Bende fark ettiğim halde eşime karşı hep reddediyordum. Ertuğrul’un neredeyse hiç oyuncağı yoktu en fazla bir ya da iki tane. Çünkü oynamadığı için ya da hiç istemediği için almamıştım. Sürekli televizyon izlerdi. Niloya hastası bir çocuktu ve onu izlerken çok mutlu oluyordu. Mutlu olsun diye ben de farkında olmadan sürekli ekrana maruz bırakıyordum. Çocuk sadece Niloya izlerken bir ses, bir hareket halindeydi bu da beni mutlu ediyordu. Fakat tencere kapağı ya da eline ne geçirirse öyle bir fırlatırdı ki dönerdi fırlattığı şeyler. Ve o dönen şeyleri izledikçe sanki donup kalıyordu. Birkaç kez çok ciddi bir şekilde düştü hiçbir şey olmamış gibi kalktı yerden. Sanki o beden ona ait değildi. Bir gün evde sesleniyorum. Bir ses bir hareket yok. Sonra baktığımda çalışan çamaşır makinasının önüne oturmuş izliyordu sadece makineye odaklanmıştı. Ben de tabi diyorum ya sevdi, makineyi izliyordur. 17 aylık olduğunda Ertuğrul’un doktor kontrolü vardı. Normal ve rutin bir kontroldü ama eşim sürekli bu çocuğu bir psikiyatriye götürmemde ısrar ediyordu. Ben de tam aksine eşime “Sen ne demek istiyorsun, deli mi benim çocuğum” diye çıkışıyordum. Kontrol için çocuk doktorumuza gittiğinizde doktor seslendi: “Ertuğrul hoş geldin, nasılsın?”diye ama Ertuğrul’da bir tepki yine yok. Hocam Ertuğrul seslenince bakmıyor oyuncak istemiyor dedim. Direk dedi ki: “otizm”. Bir nöroloji profesörü önerdi. Hemen o doktorubulup ona getirdim. O doktor da Ertuğrul’un hiçbir şeyi olmadığını, televizyonu kapatıp altı ay boyunca sıkı bir şekilde oynarsak geçeceğini söyledi. Geçmez ise altı ay sonra özel eğitim,Floortime, ergo, aba alırsınız dedi. Ama ben o anda eşime altı ay beklemeyeceğimi o derslere hemen başlamak istediğimi söyledim. Eşim sağ olsun hiçbir desteği esirgemedi ve yoğun bir şekilde derslere başladık. Bu arada Ertuğrul’u bir araştırma hastanesinin psikiyatri bölümünegetirdim. “Otizm nedir? Gerçekten böyle bir şey var mı?” diye sorularıma cevap ararken doktor bana: “Otizm” dedi. Çocukluk otizmi yoğun ilgiyle geçer dendi. O anda sanki bütün dünyayı gökyüzünden alıp omuzlarıma yüklediler. Bütün dünyam başıma yıkıldı. Keşkeler, niyeler başladılar kafamın içinde tartışmaya… Şöyle bir etrafıma baktım “Kübra dedim, hastanede çeşit çeşit hastalıklarla savaşan çocuklara bak. Şükredecek hâlâ birçok şeyim var, ayağa kalk ve savaş” dedim. Tabii gözyaşları eşliğinde. Eşime anlattım, o da “Ben sana demiştim ama inanmadın” şeklinde konuşmalar…Eğitimlere devam ediyorduk. Kurumun müdürü, “Kübra hanım düzelecek bizim de reklamınızı yaparsınız” diyordu. Beş ay geçti, yedi ay geçti, bir yıl oldu. Ertuğrul aynı Ertuğrul. Dolmuşlarla, yağmurda, çamurda, karda,sıcakta, bin bir zorluklarla gittiğim kurum paralarını sayarken benim, umutlarımı, hayallerimi, bir yıllık zamanımızı çaldılar. Ankara’da Sabri Hocamla tanıştık. Hayatında gördüğü en zor üç çocuktan birinin Ertuğrul olduğunu ama Ankara’da eğitim alırsa yaşıtlarınıyakalayabileceğini söyledi. Bu konuyu eşimle konuşurken eşim “Eğer sen de istersen, yapabilirsen Ankara’ya gidebiliriz. Boğulacaksak büyük denizde boğulalım” dedi. Eşim,maddi yükü taşıma görevini üstlenirken ben de manevi yükü taşımayı üstlendim. Biz oğlumuzdan hiçbir an utanmadık o bizim gururumuz. Ama çocuğun gözlerinde her zaman anne beni kurtarın, ben düzeleceğim ışığı vardı. Hasta oluyordu, neresin ağrıdığını anlatamıyordu. Bir anne babanın evladının derdine derman olamaması kadar acı bir şey yok. Bir AVM’ye gitsek herhangi bir kadının gidip elini tutardı. Sanki böyle donmuş, hissiz bir ruh gibiydi. Hasta olduğunda, hastanede damar yolu açıldığında kendi kendine ağlardı. Normal olan diğer çocuklar canı acısa anne babasına sarılır, onlardan cesaret alırdı. Ama gün geçtikçe oğlumun benim annesi olduğunu bile fark etmediğini anladım. Ne beni, ne babayı ne de ablalarını… Benim oğlum gözleri vardı ama görmüyordu. Kulakları vardı ama duymuyordu. Bir bedeni vardı ama o bedende başka bir ruh vardı. Bu satırları gözyaşlarımla yazıyorum. Çünkü bazen ağlamak insanı rahatlatır. Bazen gelir gözyaşlarımı siler. Sanki üzüldüğünü hemen anlıyormuş gibi. Daha sonra Ankara’ya taşındık. Eşim deprem günü olduğu için ev bulmakta zorlandı Küçük iki odalı, eşyalı ev bulduk. Sokakta da yatardım. Yeter ki oğlumun derdine derman bulayım diyordum. Eşim bu süreçte iş nedeniyle sürekli gidip geliyordu. Ben,iki kızım ve Ertuğrul’la evde yaşamaya başladık. Doktorumuzun önerdiği birkaç kurum gezdik. Kurumlara girdiğimizde bizi bir av olarak gördüklerini, Ertuğrul’un sadece onların elinde düzeleceğini söyleyerek bizi hiç dinlemeyip anlamadıklarını fark ettim ve o kurumların hiçbirini tercih etmedim. Hayat o kadar acımasız ki! Belki de hayat değil insanlar çok acımasızdır. Kimse senin ne çektiğini ne düşündüğünü ne fedakarlıklar yaptığını anlayamaz. Daha sonra Trabzon’dan bir bayanın da Ankara’da olduğunu öğrendim. Hemen onu aradım, tanıştık ve anlaştık. Birbirimizi dinledik çünkü derdimiz, sıkıntımız ortaktı. Bana Parla diye bir kurum önerdi. O da oraya gidiyormuş. Parla’nın kurucusu Tevhide Hoca’ yı anlattı. Tabii bu süre içerisinde çok stresliydim. Bütün her şeyi arkamda bırakıp, hiç bilmediğim bir şehirde üç çocukla tek başımaydım. Kurum arama, eve alışma süreci, çocukları okula gönderme süreci derken Parla’ yla tanıştım. Arayıp Tevhide Hoca’mdan randevu aldık. Gittiğimizde karşımızda mükemmel bir insanla karşılaştık. Hiçbir zaman ağzından benim kurumumda başlayın diye bir cümle duymadım. Bizi diledi, derdimize ortak oldu. Evladımızla ilgilendi. Bize evladımızın eksikliklerini bir bir anlattı. Eksilerini, artılarını ve o eksilerini nasıl artıya çevirebileceğimizi, olan artılarını sağlıklı bir şekilde nasıl koruyacağımızı, günlük yaşantımızda bizi nelerin beklediğini, bunlarla nasıl başa çıkacağımızı, hangi eğitimleri alırsak kaliteli bir şekilde ilerleyebileceğimizi anlattı. “Evet” dedim eşime “Burası. Doğru yerdeyiz”. Derslerimize başladık. Tabii başladığımız gün ve öncesinde Ertuğrul nasıl bir çocuktu: Tamamen uyuyan bir çocuktu. Vücut farkındalığı hiç olmayan, yan bakışları olan,göz teması hiç olmayan, bir parka gittiğimizde heykel gibi duran, evde eline bir bardak su versem bardağın ellerinden kayıp düştüğünü fark etmeyen bir çocuktu. Oyuncaklara ilgisi hiç yoktu. Sadece eline aldığı nesneleri fırlatıyordu. Olduğu yerde zıplıyordu. Kurumdaki ilk dersimizdi ve dersi izleme imkânımız vardı. Her şey güzel başladı fakat Ertuğrul ağlıyordu. Bir ay, iki ay ağladı. O içeride ağlıyor ben dışarıda ağlıyordum. Hocalar zorla ellerinden tutup oyuncaklarla amaçlı bir şekilde oynatmaya çalışıyordu ama ben hani anne yüreği derler ya içten içe hep kızıyordum hocalarıma. Oğlumu zorluyorlar, yapamıyor, yapmak istemiyorduama hocalarımız o oyunu bitirmeden bırakmıyorlardı. Gerektiğinde kendi dinlemedakikalarını bile bize harcıyorlardı. Neyse bir gün artık daha dayanamadım. Ayşe hocam vardı. Ertuğrul ağlıyor diye ondan ders almak istediğimi belirttim. Kısmen değiştirdik hocayı tabii hayatımın hatasını yaptığımı bilmiyordum. Çünkü Ayşe Hoca’nın daha sonra gözlemlerimce işini severek, profesyonel bir şekilde yaptığını, belki de kendisiyle devam etseydik Ertuğrul’a çok fazla şey katacağını çok geç anladım. Bir daha kendi kafama göre hoca değişmememe kararı aldım. Çünkü her hocamız gerçekten alanında en iyisi. Hep izledikçe şunu diyordum kendi kendime “Ertuğrul düzelmese bile bu kadar çok emeği inkâredemem”. Çok emek verdiler bize. Neyse ben yine dersleri izliyorum, bazen diğer sınıflara bakıyorum. Onlar yapıyor çok güzel. Hayal ediyorum “Acaba Ertuğrul da bir oyuncak eline alır mı?” bakıyorum, hep ağlıyor, istemiyor, kimseden komut almıyor. Ara ara Tevhide Hocamla konuşuyorduk. Sürekli takip ediyordu. “Dersleri izleyin, ders sonunda hocalarınızdan bilgi alın, her hafta çocuğunuzun gelişimini gözlemleyin, eksik bir şey olduğunda hocalarımızla paylaşın” diye bilgilendiriyordu Tabii Ertuğrul’un bu ağlamaları azalmaya başlıyordu fakat aklıma bazen acaba doğru yerde miyim sorusu geliyordu. Çünkü başka şehirden geldim. Birçok şeyi geride bırakarak geldim ve en doğru adımlarla ilerlemem gerekiyordu. Bir gün bir çocuğun şiddetli bir şekilde kriz geçirdiğini şahit oldum. Hocalar koşuşturuyorlar, ne yapacağız, sakinleşmiyor…Tevhide hocayı aradılar ama çocuk kafasını şiddetli bir şekilde duvardan duvara vuruyordu. Tevhide hocam 10 dakika içerisinde geldi ve bütün hocaları topladı. Seramik hocası, mutfak, özel eğitim, hepsine ayrı ayrı etkinlik yaptırdı ve o çocuk hemen sakinleşti. Sanki o çocuktan eser yoktu bu olay Trabzon’da bir kurumda olsaydı yapacakları tek şey anneyi arayıp gelin çocuğunuzu alın demek olurdu. O çocuğu Parla’ dan çok mutlu bir şekilde gönderdiler. O gün ben “Evet, doğru yerdesin” dedim kendi kendime. Ben dersleri yine izlemeye devam ediyordum. Hocaların her yöntemini öğrenmeye çalışıyorum çünkü her saniye çok değerli. Zaman geçtikçe Ertuğrul’un ufak ufak oynamaları, etkinliklerini bitirmeleri başladı. Bir gün AVM’ye gittik. Orada ufak ufak oyunlara katılmaya, oyun kurmaya çalıştığını fark ettim. Markete gittik, bir şeyler aldı. Kasaya gidip ödeme yapmak için beklemeye başladı. Derse gittiğimizde, ders bitene kadar bir mucize olsun, acaba dersten çıkınca “Anne der mi?, Konuşur mu?, Beni fark eder mi?” diye bekliyor bunların hepsinin bir bir olacağını bilmeden eğitimlerimize devam ediyorduk. Zamanla beni hiç annesi olarak tanımayan, yolda herhangi bir kadın görse elinden tutup giden bir çocukken bambaşka bir Ertuğrul doğdu. Benim oğlum artık bizi görmeye, duymaya, uyanmaya başladı. Canım Parla sayesinde. Oğlumun bir otizmli olduğunu kabullendim ama hiçbir zaman pes etmedim. İnanırsak neleri yapabileceğimizi, yapmayacağımız şeylerle nasıl başa çıkacağımızı öğrendik hep. Hayatımızı nasıl kolaylaştırabiliriz. Ertuğrul’un hiç kimseye muhtaç olmadan, özgür birbirey olarak yetişmesi için her zaman çalışacağız. Parla da geçen 1,5 yıllık gibi bir sürede sadece oğlum değil ben de çok şey öğrendim. Anne olmayı, oğluma anne olmayı, onunla nasıl oynayacağımı, nasıl iletişim kuracağımı, günlük rutinlerimizi, en önemlisi kendime saygı duymayı, etrafta gereksiz konuşan insanları yok saymayı… Ben sadece kayıp olan oğlumu değil kendimi de buldum. Biz kocaman bir aile olduk. Eğer bu süreç içerisinde hiç zorlanmadıysam el memleketinde kendi memleketimden daha çok kendimi güvende hissettiysem hepsi Parla ailem sayesindedir. Parla’ ya başlamadan önce tek istediğim, oğlum beni duysun, görsün, anlasın yeter diyordum. Ayrılık vakti yaklaştığında Ertuğrul iki hafta önce bir anda açıldı. İlginç bir şekilde sanki ayrılacağını anlamış gibi derslere girmek için can atıyor, kurumdan çıkmak istemiyordu. Sesler çıkarmaya başladı. Ben bu arada gittiğimiz her ortamın resmini çıkarıp dosya haline getirdim. O dosyayı açıp hocalarını gösteriyordu getir beni kuruma diye. Bu beni çok mutlu ediyordu derdini anlatabiliyor diye. Aynı zamanda tam açılmışken Parla’dan ayrılacağıma çok üzülüyordum. Belki bir yıl daha kalsaydık çok çok daha iyi yerlere geleceğimize inanıyordum ama nasip olmadı. Trabzon’a döndükten sonra Parla’nın kıymetini daha çok anladım. Hocalarımızın anlatımlarını, öğretimlerini hep düşünüyordum acaba ezber mi diye ama Ertuğrul derste gördüklerini günlük yaşamda genellemeye başlayınca bu sorularda cevap buldu. Gerçekten hocalarımızın taktikleri çok iyi.Parla’ dan ayrılırken şöyle bir baktım. Evet tam anlatamadık, hala eksikliklerimiz var ama çok şey başardık. Bir duvar size ne kadar umut verir ki… Ertuğrul’u ben hep evimin soğuk bir duvarına benzetirdim. Karşıma aldığımda sadece soğuk bir duvar vardı sanki. Tevhide Hocam ve ekibi sayesinde ben evladıma kavuştum. Görmeyen oğlum görmeye, duymayan oğlum duymaya başladı. Ayaklarıyla yürümenin, elleriyle bir şeyi tutabileceğini bilmeyen oğluma her şeyi ince ince işlediler. Eğer Tevhide Hocam uygun görüp yanında çalıştırıyorsa, sorgulamadan onun çizdiği eğitimci tablosundaki eğitimcilere devam ederlerse çok kaliteli ilerleyeceklerine kesinlikle eminim. Ben bu yolda hiçbir zaman kimsenin ağzına bakıp o hoca öyle onu değiştir, bu hoca böyle bunu değiştir yapmadım. Hocalarımızla birlikte adımlar attık. Sadece ilk günlerde çok hassas olduğum için buradan Ayşe Hocamdan özür diliyorum,haklarını helal etsin. O oğlum için uğraşırken ben ona sert davrandığını düşünüp önyargıyla yaklaşmıştım. Bütün hocalarımız benim için çok kıymetli. Her zaman gönül rahatlığıyla onları arayabileceğimi biliyorum.
Canım Tevhide Hocam hiçbir karşılık olmadan beni defalarca dinlediniz, anladınız, yol gösterdiniz. Sayenizde oradan çok güçlü bir şekilde döndüm. Sizinle karşılaştığımda ellerim bomboştu. Sizlerden ayrılırken bir kolumda bilgi dolu bir çanta diğer kolumda ise artık öğrenmeye aç bir çocukla dönüyorum. Her şey için sizlere sonsuz teşekkür ederim. Yollarınız hep açık olsun, aydınlık olsun. Sizleri çok seviyoruz.